Pazartesi, Mayıs 15, 2006

Avrupa Değerleri

Tam Kopenhag kriterleri, Maastrich şartları derken meslektaşım Angela Merkel bir ölçüt daha çıkarıverdi: Avrupa Değerleri! (Yok, meslektaşlık şansölyelikten değil. Sayın Merkel de kuantum kimyacısıdır...) Kısa zaman sonra aynı ifadeyi Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik Hanım’dan da duyduk. Asıl buna, Avrupa Değerleri’ne uymalıymışız ve bunlara uyamadığımız için zor girermişiz Avrupa Birliği’ne.

Bir telaştır aldı tabi... Bu değerlere uymamız gerektiğine göre hemen Avrupa değerlerini aramaya koyuldum. Üzerinde uzlaşılmış hattâ uzlaşılmaya çalışılan bir ifade bulamadım. Bulduğum şu: Yoşka Fişer de bir keresinde bunu söylemiş; nerede mi? Bir Türkiye ziyaretinde... Demek ki Avrupa değerleri Türkiye ile ilgilendiklerinde akıllarına geliyor. Bu durumda iş başa düştü. Hani masallarda Kral’ın kızına talip çobana sorulan bulmacalar gibi bir şey olmalıydı bu. Tek farkı, o masallarda çoban bulmacayı çözerse kızı alacaktır. Bunu masalı anlatan da, dinleyen de, kral da, çoban da bilir. Bizim ilişkimizin ise “ucu açık”. Daha çok şu türkümüzdeki bilmece söyleyenin “bilsem azarlar, bilmesem azarlar” pozisyonuna benziyor.

* * *

Koskoca bir kıtanın değerlerinden söz ettiğimize göre bu öyle pop kültür falan değil, köklü, geçmişe sahip bir değerler bütünü olmalı.

İşe Sayın Merkel’in geçmişinden başladım ben de. Kendisi Doğu Almanya’da doğmuş. Komsomol’un Almancası FDJ’nin üyesi imiş. Büyüyünce üniversitede öğretim üyeliği yaptığına bakılırsa ne Doğu Almanya’nın Stalin’i Erih Höneker ve ne de onun KGB muadili Stasi teşkilâtı kendisini fişlememiş... Veya Merkel Hanım, bu dönemde Avrupa değerlerine bağlılığını başarıyla gizlemiş. Muhterem ebeveyni de hani Hitler’i yüzde doksanın üstünde oyla başa geçiren nesilden olmalı. Yanılıyor muyum?

Eminim Sayın Merkel ve Plassnik Avrupa değerlerinden bunları da kastetmemiştir. Bu konular, “Hay Allah! Pardon!” denildiği için artık ne kendisini ne de Avrupa’yı bağlıyor.

O zaman Avrupa değerlerini geçen asrın ilk yarısında arayacağız. Hitler’in ilham kaynağı Lüger’in Viyana’da büyük çoğunlukla vali seçildiği (sahi siz birkaç yıl önce de bir Nazi subayını cumhurbaşkanı seçmeye kalkmamış mıydınız?), Hindistan’da sivil halka tüfekle değil topla ateş açıldığı, Afrika’da zehirli gaz kullanıldığı günlerde... O “nostaljik” sayfalarda Koloniler Bakanı Sör Winston Çörçil’in, Irak’ta İngiliz işgaline direnen “yerliler” için söylediği, “Gaz kullanımında tereddüdü anlamıyorum. Vahşi kabilelere karşı zehirli gaz kullanmaya kuvvetle taraftarım”* sözleri parlıyor. Ve sonunda başarıyla kullanıldı... Saddam Halepçe’de bundan esinlenmiş midir acaba?

Eminim Merkel, Plassnik ve Fisher bunları da kastetmemiştir.

O zaman 19 asra ve daha eskilere gideceğiz. Oralarda ip büsbütün kopuyor: “Beyaz olmayanların ruhu var mıdır? (Tanrı insanı kendi suretinde yaratmıştı ya! Tanrı siyah olmadığına göre...)” “Çinliler topa tutulup afyona alıştırılmalı.” “İyi kızılderili ölü kızıl derilidir.” “İngilizce konuşmayan İrlandalılar öldürülmelidir” günlerine gidiyoruz. Engizisyonun, müslüman ve yahudileri öldürmeden önce, ruhları kurtulsun diye işkence ettiği dönemlere.

İber Yarımadası asırlarca müslüman egemenliğinde kaldı. O müslümanlardan bugüne kaç kişi geldi? Veya yahudilerden? Avrupalılar Kuzey Amerika’ya vardıklarında kıta boş muydu; kiralık mı yazıyordu kapıda?

“Milletlerin Zenginliği ve Fakirliği” kitabının yazarı, Harvard hocalarından David Landes, kesinlikle bir doğu dostu değildir. Hattâ Osmanlı’nın Balkanlardan çekilmesinden söz ederken hızını alamayıp “Dört asır süren kötü yönetimden sonra” gibi içinden çelişkili cümleler kurar. (Kötü yönetim nasıl dört asır sürer! Tarih veya sosyolojide böyle bir imkân var mı? Hele yönetilenlerle yönetenler dünyanın merkezinde ise...) Fakat o bile asırlar boyunca insanın insana yaptığının bir bilançosunu çıkardıktan sonra, “İtiraf etmeli ki müslümanlar bu konuda hristiyanlardan daha temiz bir sicile sahiptir” demek zorunda kalıyor.

Osmanlı’nın, Selçuklu’nun, Memluk’un (Mısır’da da, Hindistan’da da) asırlarca yönettiği toprakların yerli halkı şimdi Türkçe mi konuşuyor? Zorla müslüman mı yapıldı? İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor, “Acaba biz de o zamanın Avrupası’nın ‘değerleri’”ne sahip olsaydık, ne olurdu?”.

* * *


Eminim Bayan Merkel bunların hiç birini kastetmedi ve o da bunlardan her değer sahibi insan gibi tiksinti duyar. Ama bunlar gerçektir. Bunlar oldu. “Avrupa değerleri” sözünü eden herkesin ağzını bu gerçekleri bilerek açması gerekir.

Yoksa verilen görüntü, insanlık değerlerinden uzak, dazlaklardan bir derece daha uysal, fakat geleceğin “Avrupa değerleri” için onlardan daha tehlikeli bir ön yargıdır. Sırf kendi dilinden başkasını konuşuyorlar diye, aptal ve ilkel olduğu sonucuna varıp, bir eli belinde, diğerinin işaret parmağını sallayarak mahalledeki çocukları azarlayan misyoner papazın cahil kızı imajıdır.

Gelin insanlık değerlerini hep birlikte arayalım, bulalım ve bunları hayatımıza hâkim kılalım. Ama bunu yaparken sadece kendimize bakmayalım. Çünkü bugünün parlak kabuğunun altında geçmişin karanlıkları da var. Hepimiz insanız. İyi tarafımızla da kötü tarafımızla da. Yoksa bu ön yargılar, bu ben merkezcilik, bizi entellektüel dazlaklığa götürür. Geçen asrın anti semitizmini iktidar aracı yapmakla şimdi antitürk ve antimüslümanlığı aynı amaç için kullanmanın farkını izah edemezsiniz.

Haydi, ben, Göthe ile Bethoven’den; Ştraus ile Hayek’ten başlamayı düşünüyorum. Adolf ve Lüger ile değil. Siz de Yunus ve Itri ile yola çıkın. Sonra birlikte İkbal ve Konfüçyüs’e uzanalım. Ne dersiniz?
_________________________
* Sayfa: 179-181 Simons, Geoff. “Iraq: From Sumer to Sudan”. London: St. Martins Press, 1994.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home